25 Ekim 2010 Pazartesi

Taraftarlık

Taraftarlık... Belirli bir tanıma kısıtlanması zor olan 11 harf bütünü. Babadan oğula geçen yüce kavram. Hepimiz çevremizde görmüş ya da duymuşuzdur şu diyalogları;


Benim oğlum babası gibi Beşiktaş'lı olacak
Söyle bakayım oğlum;


- Siyaaaah
- Beyaaaaz
- Siyaaaah
- Beyaaaaz
- En büyük?
- Beşiktaş





Ezbere yapılan diyaloglardan başka bir şey değildir bu. Henüz bilinci oturmamış minicik bir çocukken, ne olduğunu anlamaz, bilmezken gerek bu tarz diyaloglarla gerek doğar doğmaz üzerine geçirilen formalarla bu tarz diretmelere mağruz kalmıştır her çocuk. Aslında taraftarlığı sadece sporla kısıtlamak yanlış olur, zira benzeri durumlar başka alanlarda da gözlenebilir, misal; politika. Yine bilincimizin henüz yerleşmediği zamanlardan kalma olarak, ailesinin savunduğu görüşle örtüşen partileri destekleyen bireyler olarak yetişiriz. Politikada "yetişkin" kıvamına geldikten sonra, görüşlerimizin oturması ve kendi fikirlerimizi edinmemizle beraber farklı bir partiyi destekleyebiliriz ama sporda durum daha farklıdır... Zira, hiçbir çocuk büyüdüğünde "Yaa, ben neden bugüne kadar Galatasaray'ı tutmuşum? Artık Fener'li olma zamanı" şeklinde bir söyleme imza atmaz. Bunun en büyük sebeplerinden biri de, taraftar olma durumunun takımın başarısıyla alakası olmamasıdır. Başarılı olduğu için takım tutmak değil, başarısını isteme duygusudur taraftarlık. Takımımızı ölesiye savunan taraftarlar olarak aslında savunma sebebimiz başarılı olması değil, "BİZİM" takımımız olmasıdır. Olay aidiyet duygusuyla bağlantılıdır çoğu zaman...




Ama madalyonun diğer yüzüne baktığımızda taraftarlığın içinde rekabet duygusunun da yer aldığını görmemiz çok olasıdır. Demin bahsettiğim durumun aksine, ortamdaki farklı takımı tutan tek insan olarak rekabet ortamını körükleme arzusunda olan ultra şapşal insanlar da olabilir. Evet, o parmakla gösterilesi insan benim! Zira, gençlik bunalımında, tek düze biçimde maç izlemekten sıkılıp, aile bireylerimin aksine "Ben artık fenerliyim yaa" demişliğim ve iki takımın karşılaşmalarında evdeki maç izleme ortamına farklı bir taraftar katarak rekabet ve gerginliği körüklemişliğim mevcuttur. Bu cesur itirafımı okuyacak arkadaşlar muhtemelen "Vaay dönek", "Sen nasıl bir Galatasaray taraftarısın ki Fenerbahçe'yi destekleyebildin" diyebilir, ama benim amacım takımımı yarı yolda bırakıp başka biriyle yola devam etmek değil, bir ortamda iki farklı taraftar yer alınca ortamın nasıl değiştiğini görme arzusudur. Ama şunu da söyleyebilirim ki, iki farklı taraftar olarak maçı izlemek de hiç fena değildi...


Sonuç olarak, rekabet duygusuyla harmanlanmış bir duygudur taraftarlık. Ama daha önce de belirttiğim gibi, aslında başarılı olduğu için desteklemeyiz takımızı, başarılı olsa da olmasa da vazgeçmeyiz ondan. Bunun somut kanıtları ise dillerimize pelesenk olmuş takım marşlarıdır...


"yenilsen de bazı bazı, taraftarın buna razı"


"biz seni sevinmek için sevmedik ki
yağmur çamur her maçına gelmedik mi..."


"...sen şampiyon olmasan da
biz çekeriz bu cefayı..."

Nuri'nin İntikamı


Sporu bir çoğumuz güç gösterisi, kuvvet sembolü olarak görüyoruz. "Nasıl da koyduk" gibi kavramları beraberinde getiren fanatiklik de buradan gelmekte belki de. Tuttuğumuz takımın galibiyeti bizi sevindirirken ve mağlubiyeti bizi üzerken, insanlarla olan iletişim(sizliğim)ize yansıtıyoruz. Fenerbahçe- Galatasaray derbisinin sonrasında birbirleriyle kavga eden taraftarlar, yediği golü milli mesele haline getiren holiganlar...


Taraftar ruhunu futbolcular da aynı şekilde yaşıyor. Attıkları golün sağladığı milyon dolarlar bir yana, onlar da sahadaki oyununu rakip oyunculara bir meydan okuma, bir baş kaldırma olarak yansıtıyorlar. Roma arenalarındaki gladyatörlerin yerini modern dünyada yeşil çimlerin savaşçıları olan futbolcular almış görünüyor. Güç ve rekabet kokan sahada, oyuncular iletişim aracı olarak futbol topunu kullanıyorlar adeta.


Bunun bir örneğini de Dortmund - Köln maçında görüyoruz. Dortmund ilk yarıyı 1-0 bitirirken, 82. dakikada beraberlik golünü getiren isim Podolski oluyor. Maçın son dakikalarında, Nuri Şahin ile Polonski arasında yaşanan gerginlik sonrasında, Podolski eliyle "3-0" işareti yaparak mağlup olduğumuz milli maçı hatırlatıyor. Ancak Podolski'nin sevinci çok uzun sürmüyor, zira Nuri birkaç saniye sonra attığı golle verilebilecek en güzel cevabı veriyor. Futbolcuların sözsüz düellosunun replikleri ise şu şekilde gözükmekte;


Son dklarda Podolski eliyle 3-0 işareti yaparak, Almanya'nın bizi 3-0 yendiği milli maçı hatırlatıyor. Yani "Nasıl da koyduk" size diyor.
Bu lafın ağır geldiği Nuri ise, golün ardından gelen sevinçle orta sahaya koşarak Podolski'nin yanından geçerken, "Al yavrum, bu da sana kapak olsun" diyor. Nuri'nin intikamı acı oluyor...