Travestiler, eşcinseller, transeksüeller, lezbiyenler, gayler... Her zaman için toplumda “parmakla gösterilen” bireyler oldular. Toplum baskısı bir yana, polis baskısı da onları evlerine hapseden, günlük yaşamlarından uzaklaştıran bir unsur hâline geldi. Üstelik translara yönelik “nefret suçları” da artmış durumda. Peki trans bireyler en çok neden şikayet ediyorlar? Devletin translara bakış açısı nedir? Bunca baskının arasında yaşamlarını nasıl idame ettiriyorlar? Toplum ve polislerden gördükleri baskılar ve nefret suçlarıyla nasıl baş ediyorlar?
Yakın bir geçmişe kadar polisler “bonus sistemi”yle çalışıyordu ve yakaladıkları her transtan bonus kazanıyorlardı. Peki neydi bu bonus sistemi? İstanbul LGBTT Derneği’nin gönüllü çalışanı Şevval Kılıç “Polis tinerciyi yakalayınca 5, uyuşturucu koklayıcıyı yakalayınca 10 puan kazanıyor. Bir transseksüeli yakalayınca 20 puan kazanıyor. Haftada 100 puan kazanan polis tatile gönderiliyor, maaşına prim olarak yansıyor. İnsanın en önemli haklarından dolaşım hakkının elinden alındığını bir düşünün. Geçen sene bilhassa Beyoğlu’nda cadı avı vardı” diyor. Polisin 15 sene öncesine göre feci bir strateji değişikliği içerisinde olduğunu belirten Kılıç, polislerin eskiden şiddet gösterdiğini ama şimdilerdeyse farklı bir yol izlediğini sözlerine ekliyor. Kılıç, “Sana eskisi kadar fiziksel şiddet uygulamıyorlar. Ama şiddetin binbir türlü yolu vardır. Şiddetten anladığımız şey sadece
dövmek değil. Psikolojik ya da hani seni bu para cezalarıyla yıldırarak evine hapseden bir zihniyete dönüştü bu emniyetin hali. 1 günde 10 tane ceza yemiş arkadaşlarımız var. Eskiden translar İstiklal’de gördüğünüz zaman, İstiklal’in başında durduğunuz zaman, sonundaki bir transı görürdünüz. Diskotek gibiydiler, hayat ve ışık saçıyorlardı. Fakat şimdi gördüğünüz gibi; kot pantolonlar, t-shirtle, kasketler ,griler siyahlarla asimile olmuş bireyleriz aslında. Çünkü deşifre olmak istemiyorlar. Geçen senelere kadar polisin bir bonus sistemi vardı. Polis yakaladığı translara ceza kesiyordu ama biz de baktık, elini bile sürmüyor adamlar, şiddet uygulamıyor. Çünkü adamlar farkettik ki, her ceza kestiği trans fişinden bonus alıyor.” ifadesinde bulunuyor. Bu sistemin, dolaşım özgürlüklerini kısıtladığını ve insan haklarına aykırı olduğunu söyleyen Kılıç, bonus sistemiyle mücadele ettiklerini ve başarılı bir örgütlenme sonucunda olumlu sonuçlara imza atıldığını söylüyor. Güpegündüz, alışveriş yaparken, sokakta yürürken görülen translara kesilen cezaların tek gerekçesi ise “Toplumun ahlakını bozmak”... Translara gelişigüzel şekilde ceza kesmenin aslında devletin gizli bir vergi toplama sistemi olduğunu belirten Kılıç, transların kayıtsız olarak seks işçiliği yapmasından ötürü hedef alındığını söylüyor.
Türkiye’de birçok azınlığın kimlikleri ve değerleri olduğunu belirten Kılıç, transların bu grubun tamamen dışında bırakıldığını belirtiyor. Bilhassa Beyoğlu’ndaki karakolların transların civarında bile dolaşmasını istemediğini söyleyen Şevval Kılıç, polislerin bunu çok ağır bir dille dayattığına dikkat çekiyor. Devletin translara hiçbir müsamma göstermediğinin altını çizen Kılıç, “Devlet; ‘Ben onlara vergi vermem. Ben elimi kirletmem, onlara yer göstermem, ücretsiz kan testi yapmam’ diyor. Sonra da ‘Vah biz mikropsuz halkımızı nasıl koruyacağız bu mikroplardan?’diyor.’ ifadesinde bulunuyor. Şevval, bu sorun ile alakalı şu ifadede bulunuyor; “Biz Sağlık Bakanlığı’na gittik Ankara’da. ‘Madem bu insanların mikrop saçtığını iddia ediyorsunuz, bırakın sağlık ocaklarında seks işçisi olarak çalışan insanlara
ücretsiz kan testi yapılsın.’ dedik. Salon ayağa kalktı. “Vay efendim, biz emeklimize maaş veremiyoruz. Bu pisliklere kan testi mi yapacağız?” bir de diye.” sözleriyle yaşadıkları sorunlara dikkat çekiyor. Devletin at gözlüklü bakış açısının değişmedikçe bu sorunlara çözüm getirilmesinin zor olduğunu söyleyen Kılıç, hükümet ile alakalı çok umutlu olmadığını söylüyor.
LGBTT Derneğinin transeksüel üyelerinden Gülşah, “55 yaşındayım. Toplum bana hiçbir zaman için iyi gözle bakmadı. Bugüne kadar annem, babam ve kardeşlerim dışında bütün gözler hep kötü baktı. Hep parmakla gösterilen oldum.” ifadesiyle toplumdan gördüğü psikolojik baskıya dikkat çekiyor.
Birgün Gazetesi yazarı ve ILGA (Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği) Başkanı Kürşad Kahramanoğlu “Memleketimizde en çok, yan yana yaşamak istemediğimiz insanlar eşcinseller. Yüzde 14,9’umuz dindarlarla, yüzde10,9’umuz laiklerle, yüzde 17,8’imiz Kürtlerle, yüzde 11,5’imiz Alevilerle, yüzde 15’imiz gayrimüslimlerle, yüzde 18,5’imiz Romanlarla bir arada yaşamak istemezken, yüzde 50,2’si de eşcinsellerle bir arada yaşamaya itiraz ediyor.” ifadesiyle toplumun gey, eşcinsel ve transeksüellerle travestilere bakış açısını gözler önüne seriyor.
Şevval Kılıç, bu istatistikle alakalı şu yorumda bulunuyor; “Ben merak ediyorum o profili. Sorsanız eşcinsellik nedir diye, ya da eşcinsellikten anladıkları üzerine konuşsanız, asıl o zaman fantastik cevaplar çıkacak bence. Kafalarında oluşturdukları eşcinsel ya da trans profilini merak ediyorum.”
Bir ötekileştirme olduğunu belirten Kılıç, “Ben, beni kadın olarak kabul etmelerini de istemiyorum. Ben asimile olmuş bir transım. Benim kimliğimi bilerek, anlayarak saygı duymaları derdindeyim. Benim trans kimliğime saygı duymak zorundalar. Ben, sıradan bir kadın değilim. Beni kadın olarak görmelerini, ya da kadınların gördüğü muameleyle eşit bir muamele hakettiğimi düşünüyorum ama benim kimliğimi de bilip bana saygı duymalılar. Sadece kadın olarak konumlayıp, kimliğimi görmezden gelmelerini istemiyorum.” açıklamasında bulunuyor.
Translar için daha medeni ülkeler bulunsa da cennet ülke olmadığını belirten Şevval Kılıç, “Trans birey söz konusu olduğunda, Yahudilerin, müslümanların, hristiyanların birleştiği tek ortak nokta eşcinsellik ve translık. Hepsi karşılar bu duruma. Eylemci meşkhanenin bir lafı vardır : “Nasıl din toplumların afyonuysa, LGBTT bireyler de toplumların turnusol kağıdıdır.” İnsan rengini hemen belli ediverir. Sizin eşcinsellik hakkındaki düşünceleriniz ve tutumunuz, içinizde ne kadar ayrımcılık ya da faşizm barındırdığınızı gösterir. Biz sosyalistlerden de çok gördük bunu. Adam devrimi hedeflemiş. ‘Devrimciyim ben.’ falan deyip kahraman gibi konuşuyor. Eşcinsellik ya da translık söz konusu olduğunda, çat diye bir kırılma noktası yaşıyor.” diyor. İnsan hakları ihlaline değinen Kılıç “ İnsan hakları bir paket programdır. Siz hoşunuza gitmeyen bir şeyi cımbızla çekip çıkaramazsınız. İnsan hakları evrenseldir. Tüm insanları kapsar.“ yorumunda bulunuyor. Bianet’e konuşan Robert Wintemute’un "Eğer Türkiye anayasasını değiştirmeyi düşünüyorsa, cinsel yönelim ifadesini ayrımcılık karşıtı yasalara eklemek gerekiyor. Ama 1982 anayasası değiştirilmeyecekse, yasaları doğru yorumlama yoluna gitmek gerekiyor." şeklindeki yorumu mevcut ayrımcılığı gözler önüne seriyor. Polisin trans bireylere karşı uyguladığı politikaya değinen Kılıç, “Sokakta tiner koklayan ya da tezgah açan toplum düzenini bozmaya yönelik oluşturulmuş bir ‘Kabahatler Kanunu’.Yaptırımı yok. Sizi hapse atmıyorlar, tutuklamıyorlar. Para cezalarıyla yıldırmaya çalışıyorlar. Zaten günde 20 liraya cinsel ilişki kuran bir seks işçisi, günde 3 tane ilişki kurup 60 TL kazanırsa kendini şanslı sayıyor. Sen kalkıp ona sabah sabah 2 tane 70 TL’lik ceza kesersen, 10 TL’den 20 kişiyle yatmak isteyecek. Çünkü o parayı kazanmak zorunda. Bu mantığı göremiyorlar mı?” ifadesinde bulunuyor. LGBTT üyelerinden Gülşah ise “Günde birçok ceza yemiş, hatta cezaevine girmiş arkadaşlarımız var.” sözleriyle konunun önemine dikkat çekiyor. Kılıç, “Eğer sen polise dirayet gösterirsen, bu sefer Kabahatler Kanunu’ndan değil, TCK’dan sana ‘Dirayet ettin ya da teşhircilik yaptın’ diyerek 3000 TL para cezası kesiyor. Onu da ödemezsen, seni hapse atıyor. 19 yaşında hapse atılmış arkadaşlarımız var. Neden 18- 19 yaşındaki bir birey hapse girme deneyimini yaşasın? Hele ki cinsel kimliğinden ötürü...” açıklamasında bulunuyor.
Kadın ve trans cinayetlerine değinen Kılıç, “Hadi translara karşı nefret cinayeti var diyoruz. Bağırsaklarını deşiyor, penisini kesiyor, kollarını ayırıyor. Kadın cinayetleri de böyle olmaya başladı. Demek ki bizim adamlarda başka tür bir rahatsızlık baş göstermeye başladı. Bu bence, kadınlara, translara, ötekilere karşı duyulan bir nefret de değil.” yorumunda bulunuyor. Trans birey Eylem ise, “Toplumun bittiği yer bu bence. Kongo’da var toplu tecavüzler falan. Bir sonraki adım böyle bir şey. Mesela artık hikaye iyice bitiyor. Sosyal çöküntü böyle bir noktada.“ açıklamasında bulunuyor. Eylem, toplum baskısına değinirken, toplumda herkesin az biraz polislik taslamaya başladığından söz ediyor. Polislerin her mahallede görüştüğü bir çete reisi, esnaf, bakkal olduğunu belirten Eylem, ‘Buraya kim giriyor, kim çıkıyor bana rapor edeceksin.’ der. O da diğerinin pis işlerini hoşgörür. Körler, sağırlar birbirini ağırlar. Galiba bu durum esnafı ve diğerlerini de polisleştiriyor. Böyle örgütleniyor mahalle baskısı.” ifadesinde bulunuyor.
Gülşah, “Biz Cihangir’de oturuyorduk. Polislerle baskına gelip bizim camlarımızı, kapılarımızı kırdılar. Bizi yaka paça kovdular. Hemen oradan gittik. ‘Eğer buradan gitmiyorsanız, sizi cezaevine atacağız.’ dediler. Ki Cihangir en güzel yerimizdi...” sözüyle gördükleri baskıların altını çiziyor.
Görüldüğü üzere, gerek toplum tarafından olsun, gerek polis tarafından olsun, trans ve eşcinsel bireylerin gördüğü baskı yadsınamaz bir gerçek. Toplum olarak ötekileştirmenin yanında, polisin cinsel kimliğe yönelik kestiği cezalar da trans ve eşcinsel bireyleri ev hapsine mahkum etmenin bir diğer yolu olarak yaşam buluyor. Üstelik translara yönelik nefret suçları da artışta... Toplum ötekileştirmeye ve translara yönelik ayrımcılık meşrulaşmaya devam ettikçe durumlar çok da değişebilecek gibi durmuyor. Polislerin cinsel kimliğinden ötürü ceza kestiği bu bireylerle alakalı yasal düzenlemelere gidilmeli gibi duruyor.